Ümit OĞUZTAN
Ümit Oğuztan

Batı ile İslam, bilim ve kapital

info@haberdukkani.com 01 Nisan 2011 Cuma

Galile (1564-1642) yerkürenin güneş çevresinde döndüğünü ileri sürmesiyle çeşitli baskılarla karşı karşıya kalmış, en sonunda engizisyon tarafından sözkonusu görüşten vazgeçtiğine dair yemin ettiğini içeren bir belgeye imza koymaya zorlanmıştır.

Canını kurtarabilmek için belgeyi imzalayan Galile, imzadan sonra salonda ayağını yere vurarak şu ünlü sözü söylemiştir:
"Ama buna rağmen dönüyor"

İslam medeniyetinde ise yeryüzünün küre olduğu ve döndüğüne dair düşünceler yaygın olması ve kabul görmesine rağmen yönetim kadroları ile İslam otoriteleri tarafından hiçbir tatsızlıkla karşılaşılmamıştır.

Bilimsel ve tarihsel veriler ışığında yaptığımız bu küçük seyahat bize şunu kanıtlamaktadır: Antik Yunan ve Modern Avrupa'nın tecrübeleriyle oluşan "bilim"in yerini İslam kültüründe "siyaset" işgal etmiştir. İşte gerçeğin gizemi burada saklanmaktadır.

İslam kültürü ister yapısal, ister tarihsel açıdan ele alınıp analiz edilsin, siyasetin düşünce ve kültürünü yönlendirmede ve seyir rotasını belirlemede oynadığı büyük rol dikkate alınmadıkça, yapılan her türlü analiz eksik kalacak, sonuçları ise yanıltıcı olacaktır.

İslam devletlerinde siyaset ile düşünce arasındaki ilişki de çağdaş toplumlarda olduğunun aksine, yalnızca mevcut siyasetle belirlenmez, tersine geçmişin siyasetleriyle beslenip gelişir. Çünkü bugünün siyaseti, ister devlet ister muhalefet açısından olsun, dünün siyasetinin devamıdır.

Geçmişin siyaseti yalnızca olaylarda ibaret olmayıp aynı zamanda arka plan ve yöntemi de içerir. Doşayısıyla özel bir malzemeyi oluşturur. Bu noktada 'devlet' ile 'muhalefet' eşittir. Zira her ikisi de geçmişi özümseyip kendi çıkarları için kullanmak isterler. İşte bu yüzdendir ki, geçmişin üzerine dayalı rekabet, yaşanan gün ve gelecek açısından verilen mücadelenenin en önemli dayanağıdır.

İslam bilimcileri: Harizmi, Biruni, İbn-i Heysem, İbn-i Nefis ve diğerlerinin bilimsel çalışmaları, İslam bilgisinin hareket alanını oluşturan sahnenin dışında kalmaya devam etmektedir. Gazali ise, gerçeğin yolunu Hermetik mistisizmde görmüştür. İbn-i Heysem'in ileri sürdüğü görüş bilimin kökünü kazımış, yaymaya çalıştığı düşünce rasyonalist eleştiri ruhunu boğmuştur.

Kapitalizme gelince, o zaten rasyonalizmin zalim ve şımarık çocuğudur.

İslam kültüründe yeşeren düşünceler; jeopolitik bir karışımın farklı görüş, inanç ve felsefelerin sentezinin mirasçılarıdır. Bu sentezin dışını saran kalın kabuk 'Hermetizm'dir.

İslam ülkelerinde siyaset krizi, yapısal ve müzmin bir kirz olup sosyal, kültürel ve düalist köklere sahiptir. Öyle ki, bu kriz tüm İslam ülkelerinde tarih boyunca, ideolojik bir çatışmanın taraflarından biri mutlaka Hermetik düşünceleri esas alıyordu. bu nedenle sözkonusu esaslar sosyo/politik hatta tarihsel bir fonksiyon üstlenirler. Bu durum İslam medeniyetlerinde en tehlikelri çelişkilerden birini doğıumuna yol açmıştı: Çatışan taraflardan her ikisi: Şii (muhalefet) ile Sünni (devlet) ideolojileri, temelde ideolojik içerik arasındaki paradokslardan kurtulamadılar.

Şii (muhalefet) İslam tarihi boyunca ezilen, itilen ve horlanan sosyal grupların sempatisini toplayıp siyasi ve sosyal bir davanın sözcülüğü misyonunu üstlendiğinden devrimci bir görünüm kazanmıştır. Şii muhalefetin ayaklanmalar ve mücadelelerle dolu tarihsel geçmişi şu çelişkiden muzdarip olmuştur: hedeflerdeki ilerici ve devrimci karaktere karşın, ideolojide irrasyonelist karaktere sahip olmak.

Muhalefetin değişmez rakibi olan devlet ise, tam aksi bir tavır sergilemiş ve sosyal hedeflere muhafazakar olmasına karşın, ideolojik faaliyetlerin bir çok alanında 'devrimci' (akılcı) bir yol izlemiştir.

İslam kültürünü hedef edinen Haçlı Seferleri, ispanyolların Endülüs'e saldırıları ve Moğolların Doğu ülkelerini dize getirmesi gibi dış faktörlerin de etkisiyle iktidar ve muhalefet ortak çelişkisi, ortak bir gerilime neden olmuştur: Bu çerçevede bir yandan Şii muhalefetin hedeflerindeki devrimci karakter çözülerek, dini ideolojisinin bilgisel temelini oluşturan irrasyonalist karakter baskın hale gelmiştir. Diğer yandan ise, iktidar ideolojisinin akılcı karakteri de zayıflayarak sosyal hedeflerindeki muhafazakarlık etkinliğini arttırmaya yönelmiştir.

Sonuçta epistomolojik ve ideolojik planda irrasyonalist yaklaşım yaygınlaşmış, sosyal alanda geri kalmış 'feodal yapılar' oluşmuştur.

Din ile siyaseti birbirinden ayırma Aristo ile başlar. Devletin kilisenin kontrolünde olan düşünsel meselelere karışmaması, bağımsız kalması, bu çatışmanın  devlet aleyhine değil; sadece kilise aleyhine yönelmesini sağlamıştır. Ama bu çatışma, siyaset uğruna değil; dini ve kozmik gerçek uğruna gelişen bir çatışmadır. Hedef: Dini ve evrensel gerçeğe ulaşabilmektir. Bu mücadele sonunda kazanan taraf "akıl" olmuş ve Avrupa bilimin "bağımsızlığı"nı benimsemiştir.

Gerçeğin ayak izlerini takip ederek ve medeniyet tarihinin temellerini oluşturan kilometre taşlarını izleyerek Batı ile İslam kültürü arasındaki önemli noktaları işaretlemeye çalıştığım bu kısa araştırma yazısı, Batı kültürünün "bilim"in rotasında nasıl gelişip dal budak salmaya çalıştığını, buna karşın İslam kültürünün nasıl bir düşünce içinde yolculuk ettiğini işaret eder.

Kültürlerin düşünce yapılarından kaynaklanan gelişimin sonuçları ise, bizlere "gerçeği" gösteren biricik aynadır. Bu aynada devlet, siyaset, bilim, sanat ve kültür birikimleri ile insan aklına gelebilecek tüm soruların tatmin edici, mantıksal ve bilimsel yanıtlarını bulabilmek mümkündür.

Endülüs'den başlayarak günümüzde yaşanan olaylara bakıldığında, yukarıdaki özet ifade, tarihin aynasındaki görüntülerin aynı filmin kareleri olduğunu çok daha net olarak gözler önüne serer.

Ümit Oğuztan

TÜM YAZILARI

Haber Dükkanı büyük