Ümit OĞUZTAN
Ümit Oğuztan

Bazı yaşamlar romana dönüşür

info@haberdukkani.com 08 Mayıs 2020 Cuma

20. yüzyıl Türkiye'sinde, Bursa'da; 15 evlilik yapmış zengin bir işadamının kızı olarak dünyaya gelmiştim. Babamın her evliliğinden çocukları vardı. Fakat onları tanımıyordum. Aynı anneden olma Mehmet adlı bir de erkek kardeşim vardı. Evimizde huzur denilen bir şey yoktu.

Benim gibi aile huzurundan yoksun Hanife Hülya ile tanışıp arkadaş olmuştum. Sırdaşım Hanife Hülya, sessiz ve içine kapalı güzel bir kızdı. İkimiz de 12 yaşımıza basmıştık. Yaşadığımız hayattan kurtulmak istiyorduk. Kafa kafaya verip evlerimizi terk ettik. Sihirli kent İstanbul'a kaçtık.

Yaşantımızı sürdürecek ne paramız vardı ne de barınacağımız bir yer. Üstelik ne İstanbul'u biliyorduk ne de bize sahip çıkacak birisi vardı. Ailelerimizi terk ettiğimiz için geri dönecek cesaretimiz de yoktu.

Hanife Hülya ile geriye dönüşü olmayan, bilinmezliklere açılan bir kapıdan içeriye girmiştik. İstanbul'un güzelliği, kalabalığı ve yaşantısı bizi büyülemişti. Cadde ve sokaklarda dolaşırken, motosikletli genç bir grupla tanışıp kaynaştık. Gruptakilerden Mayk, bizi motosikletinin arkasına atıp Kurtuluş'taki evine götürdü. Yıkanıp temizlendik, yemekler yedik ve uyuduk.
    
Mayk, Motosikletiyle bizi gezdiriyor, eğlendiriyordu. Motosikletli gençlerden oluşan arkadaşları arasında genç kızlar da vardı. Hepsiyle tanışıp kaynaşmıştık. Kızlar, Mayk'ın bir dediğini iki etmiyor, onun evinden çıkmıyorlardı. Ermeni olduğunu çok daha sonraları öğrendiğimiz Mayk, konuşkan ve sevimli bir tipti. Evinde her gece parti vardı. İçkiler içiliyor, müzikler eşliğinde dans edilip eğleniliyordu. Günler ve geceler su gibi akıp gidiyor, Hanefi Hülya ile ben çok hoş vakit geçiriyorduk. Gruptaki herkes Mayk'ın himayesinde olduğumuz için bize iyi davranıyordu.
    
Mayk ve arkadaşları müzikli ve içkili eğlence gecelerinde esrarlı sigaralar içip kendilerinden geçiyorlardı. Böyle gecelerde Mayk'la yatmak için, kafayı bulan kızlar arasında tartışma çıkardı. Herkesin sarhoş olup esrar dumanından kendinden geçtiği gecelerden birinde, ağırlaşan gözkapaklarım kapanmak üzereyken Mayk, yatağıma girip bana sahip oldu. Sabah uyandığımda Mayk'ı Hanife Hülya'nın koynunda uyurken görünce, başıma gelen şeyin arkadaşımın başına da geldiğini anladım.
    
Daha sonraki günlerde, Hanife Hülya ile ben, eğlence partilerine katılan erkeklerin koynunda Sabahlamak zorunda kaldık. Böylece Mayk'ın ne iş yaptığını öğrenmiştik. Bizim onun için, diğer kızlar gibi birer av olduğumuzu anlamış, geri dönülmez bir batağa saplanmıştık. Diğer kızlar gibi biz de içki içip sarhoş oluyor, esrar çekip kafayı buluyor, ne yaptığımızı bilmiyorduk.
    
Mayk, kendisi gibi bir Ermeni olan Nelda tarafından korunuyordu. İşini çok iyi bilen bu kadının önemli insanlarla bağlantıları vardı. Tanımadığı bürokrat, siyasetçi, sendikacı, işadamı, futbol kulübü başkanı ve sanayici yoktu. Öyle ki, önemli futbol maçlarının şikelerinde bile aracılık ediyordu. Nelda, Türkiye'nin en önde gelen kadın satıcıları arasında yer almasına karşın, adli makamlarla ve polisle hiç başı derde girmiyordu. Çünkü, müşterileri önemli mevkilerdeki kişilerdi.
    
Nelda, gençlik yıllarında, "Adalar Güzellik Yarışması"nda birinci seçilmişti. Uzun boylu esmer güzeli Nelda, "Cibali Karakolu" adlı oyunda Muammer Karaca ile tiyatro sahnesini paylaşmıştı.
    
İhtiraslı, paragöz ve acımasız Nelda, zaman içinde çevresindeki zenginlere genç ve güzel kızları pazarlamaya başlamış, bu işlerden büyük paralar kazanabileceğini anlayınca, tiyatroyu bırakmıştı.
    
Nelda'nın Amerika'da pekçok akrabası vardı. Akrabaları sayesinde Amerika'dan Türkiye'ye gelen dolar milyarderi işadamlarını ağırlıyor, onlara kadın temin ediyordu. Kurduğu ilişkiler ağı sayesinde her geçen gün mesleğinde ilerlemişti. Fakir, genç ve güzel kızları çok az bir para karşılığında erkeklere pazarlıyor, onların sırtından büyük paralar kazanıyordu.
    
İş çevrelerinde 'Elmor' adıyla saygın bir yeri olan Ekrem Bey, Nelda'nın fabrikatör müşterilerinden sadece birisiydi. Sinema ve magazin dünyasında Afrodit namıyla ünlenen, göçmen kızı Yaprak ile işadamı Gündüz'ü o tanıştırmıştı.
    
Ufak tefek olmasına karşın genç ve güzel sahte sarışını beğenen Gündüz, fakir kızı önce manken okulu L.C.C.'ye göndermiş ardından, magazin basınına bolca para dağıtıp Belma takma adıyla basında adından sözedilmesini sağlamıştı. Film yapımcılarını finanse eden Gündüz, çok geçmeden; minyon, sahte sarışının "Afrodit" isimli filmde başrol oynamasını sağlayarak ünlü bir metrese sahip olmuştu. Modern ortaçağda bir işadamının ünlü bir metrese sahip olması, o işadamının gücünün önemli bir işareti kabul ediliyor, iş çevrelerinde sonsuz bir kredi sağlıyordu. Gündüz, kendisini antik mitolojinin Afrodit'ini yaratan Zeus kadar güçlü hissediyor olmalıydı. Ancak, gün gelecek Gündüz, ölümlü yaşama veda edecekti. Yarattığı sanal  Afrodit ise, şişman ve geçkin bir kadına dönüşerek toplumun eğlencesi olacaktı.
    
Böylesine güçlü bir çevreye sahip olan Nelda'ın Mayk'ı korumasının nedeni, elindeki küçük ve güzel kızları Nelda'nın hizmetine sunmasıydı. Kızlar ne zaman Nelda'nın bir müşterisine gitse beş kuruş para alamazlardı. Ve tabi ki, Mayk'ta hamiliğini yapan bu kadından para istemezdi. Kızlardan birisi dişli çıkacak olup Mayk'ı polise ya da adli makamlara şikayet edecek olsa, Nelda'nın önemli bir bürokrattan küçük bir ricası olayın üstünün örtülmesini sağlardı. Hayatın olağan akışında çarkın dişlileri, işte böyle tıkır tıkır işliyordu.
    
Modern ortaçağda İstanbul gecelerinin orta malı kızları arasında yer alınca, Hanife Hülya ile ben, pek çok erkek tanımış ve düşlerimizdeki büyülü kent İstanbul'un gece yaşantısını kısa sürede öğrenmiştik. Ben, foto-model olmaya karar vermiştim. Ünlü bir foto-model olursam, para kazanıp bu iğrenç ve pis bataktan kurtulabileceğimi düşünüyordum.
    
Eğlence gecelerinden birinde yakışıklı uzun boylu, sarışın bir gazeteci ile tanışmıştım. Büyük bir gazetenin patronu, (1)Ertuğrul'u özel işlerinde kullandığı için tanınmış bir gazeteciydi. Benden çok hoşlanmıştı. Eğer sevgilisi olursam fotoromanlarda oynatabileceğini söylüyordu. Birkaç fotoromanda gözüktükten sonra, sinema filmlerinde de rol alabileceğimi, paraya ve şöhrete açılan kapıdan geçip yıldız olabileceğini anlatıyordu. İstediğimi yakalamıştım. İşte nihayet şans yüzüme gülümsüyordu. Bu sayede Mayk'tan yakamı kurtarabilecektim.
    
Son zamanlarda Mayk'ın emirlerine itiraz etmenin ne anlama geldiğini, Hanife Hülya ile birlikte yediğimiz dayaklar sayesinde anlamıştık. Ondan kaçıp kurtulmanın yollarını arıyorduk. Elindeki diğer kızlar gibi bizi satan, boğaz tokluğuna çalıştırıp sırtımızdan geçinen, bu esrarkeş asalaktan kurtulmamız gerekiyordu. Gazeteci Ertuğrul, ikimizin de kurtuluşu olabilirdi. Ertuğrul, her ikimizin de macerasını biliyordu ve bana aşık olmuştu.
    
Ertuğrul, Hanefi Hülya ile bana yeni isimler bulmuştu. Nuran olan adım, Filiz Güler oldu! Hanefi Hülya'nınki de Tijen!
    
Tijen, fotoromanlarda yer almaya başladı. Kısa süre sonra fotoromanlarda başrol oyuncusu olup çıktı. Bu arada sinema oyuncularıyla tanışma fırsatımız oldu. Fakat, hâlâ Mayk'tan yakamızı kurtarabilmiş değildik.
    
Takma isimlerimiz bize uğurlu gelmişti. Tijen'le fotoroman çekimlerine gidiyordum. Bu günlerden birinde tanışıp arkadaş olduğum, sinemanın ünlü sarışın vampı, hayat hikâyemi öğrenince bana acıdı. Tijen'le bana evini açtı. İkimize kolkanat gerdi. Böylece iki kafadar Mayk'tan yakamızı kurtarmış olduk. Vamp sinema oyuncusu sayesinde nihayet iyi bir filmde rol alabilecektim. Beklediğim gün geldi. (2) "Mazi Kalbimde Yaradır" filminde, Türk sinemasının sultanı Türkan Şoray ve ünlü isimlerin yer aldığı büyük bir kadroda iyi bir rol aldım. Bu benim sinema dünyasına attığım ilk adımdı.
    
Sarışın vamp sayesinde çevremiz değişmeye başlamıştı. Zengin işadamları, film şirketlerinin sahipleri, senaristler, yönetmenler hepsiyle tanışıyorduk. Artık hiçbir şeyi zorla yapmak zorunda kalmıyorduk. Ama henüz hayatımızı kurtarabilmiş değildik. Bize hamilik yapan sinemanın sarışın vampı iyilik meleğimiz olmuştu. Her ihtiyacımızı karşılıyor, ikimize de bakıyor, bizim için su gibi para harcıyordu.
    
Tolerans sahibi, zengin ve merhametli birisiyle tanışıp evlenmek kurtuluşumuz olabilirdi. İyilik meleğim, bu ütopyamı gerçekleştirebilmem için, masraflarımı karşılayıp beni Lübnan/Beyrut'a götürdü. Şansımı bir de orada deneyecektim.
    
Beyrut'ta büyük bir bankanın sahibi, iyilik meleğimin sevgilisiydi. Beyrut'un en büyük ve lüks gece kulüplerinde Sabahın ilk ışıklarına kadar çılgınca eğleniyorduk. Modaevlerinin en iyi müşterileri arasındaydık. Lüks kumarhanelerde kumar oynuyorduk. Lübnan'da Arapça ve Fransızca olarak iki dilde yayınlanan Jaridal Nahaar gazetesi, 'genç ve yetenekli sinema oyuncusu Filiz Güler' diye, fotoğraflarımı ve söyleşilerimi yayınlandı. (3)Artık Beyrut'ta da ünlü sayılırdım. Tatlı yaşantı sürüp giderken Beyrut'un önde gelen ailelerinin zengin çocuklarıyla tanışıp flört etmeye başlamıştım. Evlilik teklifleri arasında kendimce en uygun olanında karar kıldım.
    
İyilik meleğim, damat adayına başımdan geçen maceraları kesinlikle anlatmamam gerektiğinde ısrarlıydı. Fakat, ben onunla aynı görüşte değildim. Bana aşık olan, tertemiz duygular taşıyan ve hayat arkadaşım olacak bir erkeği kandırmak bana göre değildi. Damat adayına başımdan gelip geçen her şeyi anlattım. Beyrut'a geliş amacımın zengin bir koca bulmak olduğunu da açıkça söyledim. Hiç sözümü kesmeden beni dinlemişti. Sonra da bütün bunların önemi olmadığını, onu sevip sevmediğimi sormuştu.
    
Gözlerinin içine bakıp, "Seni seviyorum," demiştim.
    
Refik, gülümseyen gözleriyle bakarken, saçlarımı okşamış, şefkâtle: "Ben de seni çok seviyorum," demişti.
     
Beyrut'un en köklü ailelerinden Nasuhiler'in oğlu Refik'le muhteşem bir düğünle evlendim. Rüyâlarım gerçek olmuştu.
    
Düğünümden hemen sonra, beni Beyrut'ta yeni bir yaşantının kucağına terk eden iyilik meleğim İstanbul'a döndü. Yoldaşım ve sırdaşım Tijen İstanbul'da yalnız kalmıştı. Onu merak ediyordum. Ama iyilik meleğimin onu kurtaracağından emindim.
    
İyilik meleğim, hayatın sillesini yemişti. Bizi anlıyor, elinden gelen yardımı esirgemiyor, düzgün bir hayata kavuşabilmemiz için uğraşıyordu. 'İstanbul'u Temiz Tutalım Derneği'nin başkanı, Ümran hanım, Mersinli çok zengin bir ailedendi. Ümran Hanım, oğlu Barbaros'tan yana dertliydi. Barbaros, Avusturalya'daki eşinden boşanmış. Çocuğunu eşine bırakmak zorunda kalıp İstanbul'a dönmüştü.
    
İyilik meleğim, Tijen'i Ümran hanıma tanıştırmış. Tijen'in çok iyi bir kız olduğunu ve tam da oğluna uygun bir eş olduğunda diretmiş. Ümran hanım, Tijen'le birkaç kez görüştükten sonra, iyilik meleğimi kırmayıp oğluyla tanıştırmış. Oğlu Barbaros, Tijen'a aşık olmuş. Böylece Tijen de mutlu bir evlilik yapıp pis ve batak yaşantıdan kurtulmuştu.
    
İyilik meleğimiz, bir yıl sonra, Beyrut'a gelip olup bitenleri anlatınca çok sevinmiştim. Ben, bir çocuk doğurup anne olmuştum. Fakat, eşim Refik Nasuhi ile mutluluğumuza gölge düşmüş sihir bozulmuştu. Doğumum sezeryanla ve çok zor olmuştu. Doğumdan sonra karnımda çok çirkin bir ameliyat izi kalmıştı. Refik Nasuhi, çok geçmeden Mısırlı genç ve güzel bir kızla yaşamaya başlamıştı.
    
Durumu anlatınca iyilik meleğim, beni Ankara'ya getirdi. Sonraki yıllarda, GATA'da kalp cerrahi bölüm başkanı olacak, ünlü cerrah Hamit Işıklar'a çok başarılı bir estetik ameliyat yaptırdı. Bana da tek kuruş harcatmadı. Beyrut'ta yeniden eski güzelliğime kavuşarak dönmüştüm.
    
Eşim Refik Nasuhi,  çok geçmeden hatasını anladı. O'na Mısırlı metresinin varlığından haberim olduğunu hiç belli etmedim. İyilik meleğim, bu kez de evliliğimi kurtarmıştı.
    
Ortadoğu'da İsrail'e rakip uluslar arası önemli bir merkez konumuna erişen Beyrut, giderek karışıyordu! Global finans oligarşisinin Ortadoğu merkez üssü Beyrut'ta CİA ve MOSSAD ve KGB ajanları cirit atıyordu. İsrail, bölgede güçlü Arap rakipler istemiyordu.
    
Mayıs 1954'de David Ben Gurion ile Moşe Dayan Lübnan'ı yutabilmek için şu plânı yapmışlardı: "Dayan'a göre gerekli olan tek şey, bir subay bulmamızdır. Bir binbaşı bile olur. Onu satın alıp kendisini Marunilerin kurtarıcısı ilân etmeye ikna etmeliyiz. Ondan sonra, İsrail ordusu Lübnan'a girer, gerekli yerleri işgal eder ve orada İsrail ile dost Hıristiyan bir rejim kurar. Litani'nin güneyindeki bölge İsrail'e bağlanır ve her şey böylece yoluna girer. Genel Kurmay'ın tavsiyesini kabul edecek olsak, Bağdat'tan işaret beklemeden hemen uygularız."
    
1982 yılında gerçekleşen Lübnan Savaşı'nın senaryosu 28 yıl önceden yani, Yaser Arafat'ın ünlü Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)'den önce hazırlanmıştı. David Ben Gurion ile Moşe Dayan'ın öne sürdükleri bu plân, 1904'de Theodor Herzl'in Siyonist hareketin çizdiği sınırlar içinde kalıyordu. Lübnan, Ürdün, Suriye, Irak'ın yarısı, Türkiye'nin bir bölümü, Küveyt'in yarısı, Suudi Arabistan'ın üçte biri, Sina, port Said, İskenderiye ve Kahire içinde olmak üzere Mısır.
    
Antik Mezopotamya, çok zengin bir kültür ve medeniyet kaynağı idi. Ortadoğu adını aldıktan sonra; etnik azınlıkları, hizipleri, iç bunalımları ile bir Lübnan modeli doğdu.    

1947'den başlayarak 500.000'den fazla Filistinli genç insan, İsrail zindanlarında sistemli işkenceden geçirildi. Uluslararası Af Örgütü verilerine göre, dünya üzerindeki hiçbir ülkede resmi ve sürekli işkence İsrail'de olduğu kadar kurumlaşıp belgelerle sabit hale gelmemişti.
    
İsrail, kökleri eski bir İskenderiyeli aileye dayanan, kripto bir Yahudi'yi Filistin davasının başına getirmeyi başarmıştı. Yaser Arafat/Ebu Ammar unvanıyla Filistin El Fetih gerillalarının başına getirilmişti. Arafat'ın organize edip kışkırttığı öğrenci gruplarının masum protestoları, hızla kanlı terör eylemlerine dönüşüyordu.

Beyrut, giderek Ortadoğu'da rejim muhalifi yüzlerce lobi için de 'başkent' haline gelimişti. Faili meçhul cinayetlerin arkası kesilmiyordu. Beklenmedik anlarda umulmadık kişilere suikastlar düzenleniyordu. Gelişen olaylar karşısında giderek, içimde kötü bir şeyler olacağı duygusu artıyordu. Bu güzel yaşantıyı borçlu olduğum iyilik meleğim ile sırdaşımı son bir kez olsun görebilmek istiyordum. Eşim Refik Nasuhi'den izin alıp İstanbul'a gittim"
    
Ebu Ammar'dan söz açılmışken, asıl adı Abdurrahman Abdürrauf El Kudya olan Yaser Arafat'ın unvanı, Arap dilinde kurucu anlamını içerir. Yaser Arafat, gerçekte kökü çok eskilere dayanan Mısır/İskenderiye kökenli, kripto Yahudi bir aileye mensuptur.

Arafat, 1929'da Kudüs'te dünyaya geldi. Peynir ve buğday ticareti yapan bir babanın oğludur. Annesi ise anti-siyonist hareketin önderlerinden ve Filistin davasının babası sayılan Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Hüseyin'in akrabasıydı. 1948'de İsrail'in ilânından sonra ailesiyle birlikte Gazze'ye göç etmek zorunda kaldı. Yüksek öğrenim için Mısır'a gitti ve Kahire Üniversitesi İnşaat Fakültesi'ne yazıldı. 1994'te ülkesine dönemedi. Öğrencilik yıllarında siyasetle hep ilgilendi. İngiliz gizli servisinin kontrolündeki İhvan-ı Müslüman/Müslüman Kardeşler lobisine girdi.

1952'de Filistinli Öğrenciler Birliği'nin başına seçildi. Bir yıl sonra babası Abdürrauf'u kaybetti. 1954 yılında, İhvan-ı Müslüman lobisi tarafından Nasır'a suikast düzenlenince Mısır polisi tarafından tutuklandı. Nevar ki, Nasır' Mısır'da devlet başkanı yapan İngiliz gizli servisle ilişkisi olduğu için, serbest bırakıldı. 1956'da öğrenci birliği başkanlığını bıraktı. İsrail ile yapılan savaşlara Mısır ordusu saflarında katıldı. 1957'de Kuveyt'e göç etti. Bir süre kendi işinde çalıştıktan sonra, Ebu İyad ve sağ kolu sayılan Ebu Cihad ile birlikte El Fetih'i kurdu. Batı Şeria'daki Filistin direnişini örgütlemeye çalıştı.

40 bin kişinin yaşamını yitirdiği Ürdün 'Kara Eylül' olaylarından sonra, merkezini Beyrut'a taşıdı. Lübnan'da artan etkisiyle 1979'da İran ile Libya arasında arabuluculuk yaptı.

1982'de İsrail'in Lübnan'ı işgal etmesiyle bu ülkeyi de terketti ve Tunus'ta FKÖ'nün yeni merkezini kurdu. Ancak hareketi genellikle Şam'dan yönetti.

1983'te Hafız Esad ile anlaşamayınca Suriye'yi terketti ve Mısır ile yeniden ilişkiye geçerek Filistin sorununu diplomatik alana taşımaya çalıştı. 1987'de FKÖ'nü Bağdat'tan idare etmeye başladı. 1988'de sağ kolu Ebu Cihad, İsrail komandolarınca Tunus'taki villasında öldürülünce büyük bir üzüntü yaşadı. 1994'te yapılan İsrail barışının ardından Gazze'ye geri döndü.

1996'da Filistin Devlet Başkanı oldu. Arafat, Filistin davasının haklılığını dünya kamuoyuna duyurabilmek yolunda Papa II. Jean Paul'den Fransa Cumhurbaşkanı Chirac'a pek çok liderle biraraya geldi. 1997'de ABD'de gerçekleşen Netanyahu görüşmelerinde alınan kararlar, barışa giden yolda, önemli bir kilometre taşıydı. Özel yaşamının deşifre olmaması için, ilk eşi Suzan'ı ömür boyu bir eve kapatıp hiç kimseyle görüştürmedi."
    
İnsanlık tarihi sahte dava adamları ve acımasız ikiyüzlülerle dolup taşar...
    
"İyilik meleğim kapıyı açıp karşısında beni gören iyilik meleğimin yüzü sapsarı olmuştu. Eşimi ve çocuğumu terk edip sefil yaşama geri döndüğümü sanmış olmalıydı. Onca iyiliğine karşılık onu çok özlediğimi ve ziyaretine geldiğimi anlayınca, rahatlamıştı. Hemen telefonla Tijen'i arayıp İstanbul'da olduğumu haber verdi.
    
Sırdaşım ve yoldaşım Tijen'le birbirimize sarılıp saatlerce sevinç gözyaşları döktük. İkimiz de evlenmiş, birer çocuk sahibi, yetişkin kadın olmuştuk. Yemek boyunca birbirimize bakıp ağladıkça, iyilik meleğimiz de bize bakıp ağlıyordu. Bütün bir gün karşılıklı ağladık, ağlarken de deliler gibi gülüştük. Ne çabuk akşam olduğunu anlayamamıştık. Tijen, evine döndü. İyilik meleğimle ben baş başa kaldık. Gecenin geç saatlerine kadar eski günleri andık.
    
İki gün sonra iyilik meleğimden ayrılırken, O'nu bir daha göremeyeceğimi iyice anlamıştım. Beni yolcu eden iyilik meleğime, havalimanında anı olarak küçük bir hediye vermek istedim. Kayınvalidem, evlendiği zaman kayınvalidesinin hediye ettiği değerli bir saati, manevi bir anıyı bana evlilik hediyesi olarak vermişti. Aile yadigârı, el yapımı değerli kolye saat boynumda asılıydı. Çıkartıp iyilik meleğimin boynuna astım.
    
O'na, "Lütfen kabul et. Bir daha görüşemeyebiliriz. Benden sana küçük bir anı olsun," dedim. Gözleri doldu. Bakıştık. İkimiz de hiç konuşmadan, kucaklaşıp ayrıldık.
    
Beyrut'a döndüm. Bir hafta sonra iç savaş çıktı. Kimin kimi neden tutukladığı, neden öldürdüğü ve neden işkence yaptığı bilinmeyen bir iç savaş! Kardeş kardeşi öldürüyordu. Çeşitli ülkelerin gizli servis elemanları, tarihin kirli, karanlık ve gizli çarklarını işletiyorlardı.
    
Eşim Refik Nasuhi, "Beyrut, hiçbir zaman huzurlu ve güvenli bir şehir olmayacak. Çünkü İsrail, bölgede güçlü bir rakip istemiyor. Gerekli hazırlıkları yaptım. Amerikan Büyükelçisi bize vize verecek," dediğinde çok sevindim. 
    
Boynuna sarılıp, "Ne zaman gidebileceğiz?" diye, sordum.
    
Refik Nasuhi: "Yarın vizelerimizi alır almaz hareket edeceğiz. Yanımıza hiçbir şey almayacağız" deyince, durumu anlamıştım. Beyrut'tan bir hırsız gibi kaçacaktık!
    
O gece yarısı evimize düşen bir bomba eşim, üç yaşına yeni giren oğlum ve benim yaşamımıza son verdi.

Ama sırdaşım Tijen, eşi Barbaros ve çocuğu ile İstanbul'da uzun yılar mutlu bir yaşam sürdürdü.
    
Babam ölmüş, annem ve kardeşim Mehmet Güler, Bursa'da yalnız kalmışlardı. Rol aldığım tek sinema filmi "Mazi kalbimde Yaradır" Bursa'da gösterime girince, sinema afişleri ile basında resimlerimi gören kardeşim filmi izlemişti. Anneme, benim bir sinema sanatçısı olduğumu söyleyip hayatta olduğum haberini vermişti. Kardeşim Mehmet, annemin ölümünün ardından bana kısmet olmayan Amerika'ya gidip orada yaşayacaktı.
    
İyilik meleğimize gelince, benden bir daha hiç haber alamadı. Beni, havaalanından Beyrut'a yolcu ederken boynuna astığım el yapımı, altın üzerine yeşil mine işlemeli, kolye saatin tik-tak seslerinde hep beni anımsadı.

Aradan tam otuz yıl geçtikten sonra; iyilik meleğim kolye saati çok değer verdiği bir yazara manevi bir anı olarak hediye etti. Yazarın klâvyesinin tuş seslerine karışan saatin tik-takları; İstanbul'un soğuk, karlı bir kış gecesinde, benim yaşam öyküme dönüşüp roman oldu."

-----

  (1)Burada sözü edilen Afrodit'in sinema oyuncusu Banu Alkan ile hiçbir ilgisi yoktur.
  (2)Gazeteci Ertuğrul: Bu ismin bir dönemin ünlü gazetecisi Ertuğrul Akbay ile hiçbir ilgisi yoktur.
  (3)Mazi Kalbimde Yaradır: Yönetmenliğini ve senaristliğini Osman F. Seden'in yaptığı filminde, başlıca rolleri; Türkan Şoray, Figen Han, Filiz Güler, Serpil Gül, Ekrem Bora, Tanju Gürsu, Kazım Kartal, Önder Somer, Sadettin Düzgün, Kayahan Yıldızoğlu paylaştılar.
  Lübnan Mayıs, 1969 tarihli Jaridal Nahaar Gazetesi.

Ümit Oğuztan

TÜM YAZILARI

Haber Dükkanı büyük