
Yıllardır tanıdığım iki dostum var. Çocukluktan tanıyorlar birbirlerini... Büyüyorlar beraberce ve mesleklerini seçiyorlar. Dostlukları paslanmaz çivilerle çakılmış, kopmaları zor. Ama yıllar, ne kadar istemeseler de koparıyor onları birbirlerinden...
Doğanın kanunu, başka başka insanlar giriyor dünyalarına... Sevgi dolu tohumları çoğaltıyor onları...
Ve sonra yıllar. Onları da peşine takıp su gibi akıp gidiyor.
Artık ayrı ayrı meslekleri, ayrı ayrı çevreleri, ayrı ayrı sevgileri var bu iki dostun... Çocuklukta olduğu gibi sık sık görüşemiyorlar.
Başında belirtmeyi unuttum, mesuliyetleri çoğalsa da, eskisi gibi görüşemeseler de, onların ayrı ve çok önemli bir özellikleri de var. Kendileri için pek önemli değil ama ailelerden ve tohumlardan gelişen kutsal bir özellik bu... Gerçi her ikisi de tek bir yaradana bağlı ama dinleri ayrı... Biri müslüman, diğeri Ermeni...
GÜNÜMÜZDE FARKLI
İnsanlarımız yıllar boyu bu din ayrılıklarını bambaşka yollarda kullanmışlar. Hatta zamanla bu din ayrılıkları, düşmanlığa kadar varmış.
Çocukluğumu hatırlıyorum da, ne kadar güzeldi o günler... Beyoğlu'nda büyüdüm ben... O yıllar bir rüyaydı... Ellili, altmışlı yıllar... Tüm komşular, tüm esnaf yarı yarıya karışık... Ermenisi, Rumu, Musevisi kardeş gibi büyümüşüz hepimiz.
Dinlerimizi, yemeklerimizi, müziklerimizi bölüşmüşüz seneler boyu...
Sonra Müslüman olmayan komşularımız, politikalar nedeniyle tek tek ayrılmışlar aramızdan... Medeniyetlerini de alıp götürmüşler beraberlerinde... Ve onların yerlerini "İstanbul'un taşı toprağı altın" deyip Anadolu'dan göç eden kandaşlarımız, candaşlarımız almış yıllar boyunca...
Düşünürüm de; "keşke bu göçün tersi olsaydı" derim hep... Keşke biz İstanbullular göç etseydik doğduğumuz şehirlerimize... Mesela benim baba köküm Malatya... Ama ben bir kez olsun görmedim Malatya'yı... Anadolu'nun dört bir köşesine gittim de, yolum bir kez olsun Malatya'nın kıyısından köşesinden geçmedi.
Keşke yıllar evvel canlarımız, özlerimiz İstanbul'a gelmeselerdi de, bizler medeniyeti ve tüm gelişmeleri doğduğumuz yerlere götürebilseydik. Türkiyemiz nasıl bir ülke olurdu düşünemiyorum.
NEREDEN NEREYE
Bakın iki dostumdan söz ederken nerelerden nerelere geldim. Şimdi bu iki dostum tekrar çocukluk ve gençlik yıllarına döndüler. Kendilerinin yerine, senelerini eskittiler. Yıllar evvel birlikte oldukları ve belki de çoğalttıkları çevresini saran canları ve de kanları, tek tek ayrıldılar dünyalarından... Bilinmeyenlere göç ettiler...
Ve iki dostum yalnız kaldılar sonunda ve tekrar çocukluk yıllarına döndüler. Beni aradılar geçenlerde, bir karar almışlar.
"- Biz İstanbul'dan ayrılıyoruz" dediler.
"- Nereye?" dedim.
"- Kuşadası'ndan bir kaç saat öte, şirin bir sahil köyüne yerleşeceğiz" dediler ve devam ettiler kararlarını açıklamaya... "Dünyanın dört bir yanı toprak... Bizim Anadolu'muz da aynı toprak... Daha bereketli ve daha güçlü...
AMAÇLARI VAR
"İstanbul başka ama biz bu yeni topraklarda yepyeni tohumlar, yepyeni insanlar, yepyeni duygular ekmeye ve o ektiğimiz duyguları yeşertmeye gidiyoruz, en önemlisi de sevgi ekmeye gidiyoruz o bereketli topraklara... Yeni dostlar edinmeye, yeni dostluklar kurmaya ve günümüzde herkesin kolay kolay kazanamadığı sevgileri bölüşmeye ve bu erişilmez duygularımızdan yepyeni dünyalar yaratmaya gidiyoruz" dediler.
İLK UYGULAYAN ONLAR DEĞİL
Hatırlıyorum da; cennet Türkiye'mizin dört bucağında yeni dünyalar kurmak için harekete geçen ilk insanlar onlar değil.
Tüm doğa güzelliklerini, tüm sevgileri, tüm güneşleri, tüm yağmurları ve de tüm toprakları bizlerle bölüşen nice insan tanıdım ben... Gezmek için geldiler ülkemize, tanıdıklarının aksine insanlarımızın birer melek, topraklarımızın binbir bereket, gönüllerimizin de sevgi ve insanlık dolu olduğunu görerek bir daha ayrılamadılar Türkiye'mizden...
BU İKİ DOSTUM DA ÖYLE
İstanbul'da yaşamanın ne kadar zor olduğunu anladılar ve yıllarca medeniyet saçan özlerinin Anadolu'da olduğunu görüp bu göçe karar verdiler.
Ve şimdi onlar, kalplerinde özünü taşıdıkları medeniyetlerinin gerçeklerine dönecekler.
Ektikleri topraklardan rengarenk çiçekler fışkıracak, tanıdıları yepyeni dostların gönüllerinde sevgileri sel gibi akacak, doğan ve doğacak güneşlerinin ne kadar yaratıcı bir güce sahip olduklarını görecekler.
Yüzlerinden sağlık, gözlerinden sevgi ve de gönüllerinden insanlık fışkıracak. Birbirlerine kenetlenmiş bu iki dostum; dinlerini, yaşadıklarını ve geçmiş yıllarını İstanbul'a gömüp seçtikleri yeni topraklarda yeniden doğacaklar.
Büyük bir cesaret örneği... Kutluyorum onları... Keşke hepimiz gösterebilsek bu cesareti ve keşke hepimiz yaşamımızın son yıllarında yeniden doğabilsek...
Yeniden özümüze dönebilsek keşke...
Keşke hayatı yeniden yaşayabilsek...
TÜM YAZILARI
- Önce hukuka inanacak sonra demokrasiyi savunacaksın ki... (17 Ekim 2011 Pazartesi)
- Kuşlar sakız sevmez (13 Ekim 2011 Perşembe)
- İstekli ya da isteksiz (30 Eylül 2011 Cuma)
- Baya bi’kayboluyoruz… (18 Eylül 2011 Pazar)
- Kaldıramayacağın taşın altına girmeyeceksin (15 Eylül 2011 Perşembe)
- Sizin Kararınız ve bizim hayallerimiz (11 Eylül 2011 Pazar)
- Ben, bunlara alışamam (08 Eylül 2011 Perşembe)
- Bir kraliçenin yaşam öyküsü (11 Mayıs 2011 Çarsamba)
- 22 Temmuz seçim öncesi (23 Nisan 2011 Cumartesi)
- Tosca operası ile babam da ağlar (12 Nisan 2011 Salı)
- Kırılmamak ve insanları kırmamak (01 Nisan 2011 Cuma)
- Küçük hanımefendi: Belgin Doruk (27 Mart 2011 Pazar)
- Kırmızı burunlu bir adam vardı (25 Mart 2011 Cuma)
- Ben, her bahar aşık olurum (20 Mart 2011 Pazar)
- Haldun Dormen ile benzerliklerimiz (17 Mart 2011 Perşembe)
- Sizler benim filmlerimle büyüdünüz (15 Aralık 2010 Çarsamba)
- Zeki Müren ile son söyleşi (07 Aralık 2010 Salı)
- Aman dikkatli olun, beni dolandırdılar (24 Eylül 2010 Cuma)
- Tereciye tere satmayın (29 Haziran 2010 Salı)
- İnsan anılarla yaşar, gerisi yalan... (25 Haziran 2010 Cuma)
- Hepimiz şaşırdık artık! (21 Haziran 2010 Pazartesi)
- İnsanın yılları ile hesaplaşması (08 Haziran 2010 Salı)
- Yıllar sonra yeniden buluşma... (01 Haziran 2010 Salı)
- Harput'ta bir İstanbullu... (31 Mayıs 2010 Pazartesi)
- Haber Dükkânı’nda.. (05 Mayıs 2010 Çarsamba)