
Henüz yirmili yaşlarında, umutsuz, yorgun, bezgin, dolayısıyla ihtiyarlamış bir kuşak..
Ortayaş çağına gelmişi bir çoğumuz gibi onları çevresindeki olan bitenlere karşı biraz duyarsız, biraz apolitik, biraz asosyal, güçlü ve anlamlı ideallere sahip olmayan, mekanikleşmiş, biraz da robotlaşmaya eğilimli bulurum.. Dahası çağını sorgulamaktan uzak, vizyon sahibi olma kaygısı duymayan, geleceğe yönelik sağlam hedefleri olmayan..
Evet, böylesi genelleşmiş yargımız mevcut yeni kuşaklara ilişkin..
Ve bu gözlem ve deneyimlerimize dayalı bir bir yargı.
Onlar ki, televizyon kültürüyle bizden oldukça farklı yetişmiş çocuklar, milenyum gençliği..
Geçmişteki savaş karşıtı çiçek çocuklarının o bilinç düzeyini çok aradığınızı tahmin edebilmek mümkün..
Henüz çocukluk yıllarından itibaren *HBB gençliğimizdir bunlar..
*(Her B.ku Bilir)
Her şeyi, ancak, sadece teoride..
Pratikleri ise hemen sıfıra yakınken..
Peki düşünebildik mi hiç?
Onlara geleceğini hazırlaması gereken bizler, "Bugüne dek ne yaptık, neler verebildik?" diye sorduk mu?..
Peki ya devlet politikalarını belirleyenler sorabildiler mi kendilerine..
Özverili olma konusunda, tamam evet, olumlu çabalarımız olmuştur kuşkusuz, ancak yeterli mi?
Kimseye muhtaç etmedik, iyi beslenmeleri için çoğumuz yemedik yedirdik, içmedik içirdik..
Erişkinlik öncesi çok önemliydi.. "Ağaç yaşken eğilir" derdi atalarımız..
Örneğin aile içi eğitimizi tam verebildik mi, geleneklerimizi özümsetebildik mi?
Bu koskoca bir soru işareti aslında..
Fakat diğer eğitim konusunda, herkes maddi olanakları çerçevesinde hep bir şeyler yaptı eminim..
Çok gerekliyse özel öğretmen, gereğinde kursa da yolladı çocuğunu..
Peki, onlarla arkadaş olabildik mi öncelikle?
Ya da nerede hata yaptık ki biz? diye mi sorsak..
Hani, bir baba olarak birlikte maça gitmenin dışında, bir arkadaş gibi konuşabildik mi?
Örneğin evden çıkıp bir parka doğru yürürken içtenlikli konuşmalar yaptık mı onlarla?
Sorunlarını öğrenip çözüm önerileri getirebildik mi?
Kaygılarını anlayıp ve hakkını teslim ettikten sonra o kaygıları en aza indirgeyebildik mi?
Sosyalleşebilmeleri konusunda onlara o çok gerekli desteği verebildik mi?
Ya, kendi ayakları üzerinde sapasağlam durabilmesini sağlayacak o özgüveni?
Bir başka açıdan da görüp, irdelemeliyiz ama konuyu;
Diyelim ki, tüm bu işlevleri yerine getirdik ve şu olumsuz koşullara karşın çocuğumuzun iyi bir eğitim almasını sağladık ve sosyal bir kimlik kazanması için ilk adımları attırdık..
İyi bir okulda eğitimini aldı, mezun da oldu sonunda.. Vatani görevini de yaptı, terhis olup geldi. İş aradı kendisine, CV'si de iyi olduğundan, eş dost da yardımlarını esirgemedi. Bir iş bulundu ..
Yani günler, haftalar, aylar ve yıllar boyu iş arayan binlerce akranı arasından da sıyrılıp iş hayatına atılmış oldu..
Edindiği özgüven ve sosyal rahatlığı da devreye girince bu sayede tutundu iş yerinde ve iki elle sarıldı işine..
Bitti mi?
Hayır..!
Bu genç, daha çalışmaya başlamasından itibaren ilk 5 yıl içerisinde öylesine bir çalışma temposuna giriyor ki, o 5 yıl sonunda, yani maçın daha başlarında sarfettiği yüksek eforla sürdürüyor.. Maaşı iyice ise, yani ev geçindirmeye olanak tanıyorsa, ehh bir de evin nesnel koşullarını oluşturmaya hazır hissediyorsa kendisini evleniyor.
Çağın bir mucizesi daha gerçekleşiyor..
(Mâlum herkes evlenebilme şansına erişemiyor da günümüz Türkiye'sinde...)
İlk yıllarında evliliğin, eşler ikisi birden çalışıyor diyelim.. Özverili ancak umutlu bir çaba başlıyor..
İkisi de yoruluyor, evliliklerini değilse de özel zevklerini, sosyal yaşamlarını ikinci plana itmeye başlıyor yavaş yavaş, hobilerinden vazgeçmek zorunda kalıyor..
Yorgunluk bitkinliğe, umutlar umutsuzluğa dönüşmeye başlıyor.
Sevimli bebekleri de evliliklerinin 2'nci yılında dünyaya geliyor..
İşini daha iyi yapabilmek üzere kendisini geliştirecek desteklere, daha fazla çabaya gereksinim duyuyor..
Nedeni basit: alttan gelen yeni kuşaktan, donanımlı genç çalışanlar onları zorluyor.. Onlar sayıca daha çok, daha hırslı ve bilenmiş geliyor çünkü..
Bu yarışta ipi göğüslemek için daha fazla çalışmaya başlıyor. Fazla mesai de yapıyor..
Düşünüyor; 30 yaşında ve iş yaşamında 5'nci yılını doldurmuş, ama final için önünde koca bir 30 yıl daha var.. "Şu an gerekli enerjim ve hırsım var, peki ya sonra.. Ben nasıl emekliliğe kadar bu tempomu koruyacağım?" diye soruyor kendi kendine..
O an o dönüp bakıyor geriye, o 5 yıl ona zaten 5 asır gibi geliyor..
Yıllar iyice büyüyor gözünde ve uykuları kaçıyor..
Şu ana kadar çalıştığı sürenin 6 katı çalışması gerektiği gerçeği, kaygısı uykularını da huzurunu da kaçırıyor..
Üstelik biliyor ki, son 10 yılı en çetin yılları olacak..
Bedeninin ve kalbinin buna dayanıp dayanmayacağı konusunda hiç emin olmadığını da biliyor..
O anda o artık bir yaşlı genç oluyor..
Evlenmekte acele davrandıklarını bile düşünüyor. Evinde, evliliğinde önemli bir sorun yaşamasa da eşiyle, çocuk sahibi olma kararlarını çok çabuk aldıkları düşüncesine kapılıyor ve geleceklerini yeniden gözden geçirmeye başlıyor, baştan sona herşeyi..
İşin içinden çıkamıyor..
Bu sorgulama sırasında işinde gösterdiği başarının bile artık yetmediği, onu maddi mânevi tatmin etmediği kanısına kapılıyor.
Depresyona girmemek için takviye ilaçlar bile kullanıyor.
En çok da okulu bitirdikten sonra bazı sınıf arkadaşlarının yaptığı gibi yapamadığına, yani şansını yurt dışında da denemediğine hayıflanıyor..
Onların artık orada çoktan bir statü sahibi olduklarını, geleceklerini garanti altına aldıklarını da düşüncesine kapılarak tuhaf bir pişmanlık duygusuna kapılıyor..
Bu kendisiyle hesaplaşma anlarında, çalışma yaşamındaki ucube sistem geliyor usuna ve ahpab-çavuş ilişkilerini, dalkavukluk müessesesini, biat ederek konumunu korumayı iğrenç bulduğunu itiraf ediyor kendisine..
Gecenin bir kör vaktinde, bu düşüncelerin resmi geçidiyle kafası iyice karışıyor..
Yaşlı genç, yarın yine çalışmak için erken kalkması gerektiğini hatırlıyor ve omuzları düşmüş kalkıyor kanepeden, saatini kuruyor, çaresiz yatağına kıvrılıp yatıyor..
Esen kalınız..
TÜM YAZILARI
- Duygularını mas etmiş, muktedir kadın: Kösem Sultan (21 Kasım 2015 Cumartesi)
- Üçüncü perde (09 Eylül 2015 Çarsamba)
- Ve şifremiz çözüldü; 'Dayanışma' (23 Temmuz 2015 Perşembe)
- Emperyalizmin geçmişi ya da mâkuz talihi (04 Haziran 2015 Perşembe)
- Muhafazakâr..! (03 Haziran 2015 Çarsamba)
- Almanya'nın 'Anayasay'ı Koruma Örgütü' (26 Şubat 2015 Perşembe)
- Direnç kırıcıları (22 Ocak 2015 Perşembe)
- Soğuk Duş... (15 Ocak 2015 Perşembe)
- Ekonomi tıkır mıkır (10 Ocak 2015 Cumartesi)
- Emperyalin oyunu (24 Aralık 2014 Çarsamba)
- Emperyalizmin zokası ve altın vuruşumuz (27 Ekim 2014 Pazartesi)
- Kaybolup gitmeden kuşlar... (09 Ekim 2014 Perşembe)
- Körler ve sağırlar (12 Nisan 2014 Cumartesi)
- Muhalif duruş revizyona muhtaç (11 Nisan 2014 Cuma)
- Zehirli gıdalar (10 Şubat 2014 Pazartesi)
- Bumerang..! (08 Ocak 2014 Çarsamba)
- Süper güç, süper sona yaklaştı (08 Aralık 2013 Pazar)
- Issızlık ve Sığlık (20 Kasım 2013 Çarsamba)
- Büyük resmi görebilmek, büyük plânı anlamak demek.. (22 Ekim 2013 Salı)
- Eş_Şek Analizi: Aslımızdan Kurtulmalıyız..!! (20 Ekim 2013 Pazar)
- Dizi Dizi İnciler.. Hadi Size İyi Uykular.. (18 Ekim 2013 Cuma)
- Doğa adına suç duyurusu (03 Ekim 2013 Perşembe)
- Hugo Chavez’in ardından.. (28 Eylül 2013 Cumartesi)
- İntihar Olaylarındaki Trajik Artış! (11 Eylül 2013 Çarsamba)
- Ülkemde evlilikle ilgili çarpıcı gerçekler (23 Ağustos 2012 Perşembe)
- Dizi dizi inciler, tatlı rüyalar (12 Ağustos 2012 Pazar)
- Yaşamın kıyısından bir sabah (09 Ağustos 2012 Perşembe)
- Sütü bozukluk...! (27 Temmuz 2012 Cuma)
- KATA_KULİ (11 Mayıs 2012 Cuma)
- "Eş_şek analizi: "Aslımızdan kurtulmalıyız!!" (18 Nisan 2012 Çarsamba)
- Dostum Topaç (05 Mart 2012 Pazartesi)
- Tarım tarumar ve yaban ellere teslim (27 Şubat 2012 Pazartesi)
- Doğa adına suç duyurusu (15 Şubat 2012 Çarsamba)
- Dizi emekçilerinin suçu ne? (15 Ocak 2012 Pazar)
- NO WAY..!! (17 Aralık 2011 Cumartesi)
- Yeni Dünya sömürü düzeneği (28 Kasım 2011 Pazartesi)
- Kendi kendini kerten-kele, kendi kendisini tüketirken Türkiye (25 Haziran 2011 Cumartesi)
- Kendisini tüketen Türkiye (11 Mayıs 2011 Çarsamba)
- "Bin Ladin gider, bir Ladin daha itinayla getirilir" (05 Mayıs 2011 Perşembe)
- MateryalİSTANBUL.. (30 Nisan 2011 Cumartesi)
- Psikolojik harekat bir yana, asıl tehlike biyolojik harekatta..!! (22 Nisan 2011 Cuma)
- Dizi dizi inciler hadi size iyi uykular (10 Nisan 2011 Pazar)
- Büyük resmi görebilmek, büyük planı anlamak demek.. (26 Mart 2011 Cumartesi)
- Yaşasın.. Bizim de Fukuşima'larımız olceek!! (18 Mart 2011 Cuma)
- Kuşlar kaybolup gitmeden (05 Mart 2011 Cumartesi)
- Dert çokk.. Derman yok!! (10 Şubat 2011 Perşembe)
- "Mutsuzlar cenneti"nden.. (06 Şubat 2011 Pazar)
- Organize korku imparatorluğu (07 Kasım 2010 Pazar)
- Teknoloji bile kirletilmedi mi? (06 Kasım 2010 Cumartesi)
- Hastalıklı sağlık sistemimiz (01 Eylül 2010 Çarsamba)
- Ne zamana kadar gizleyebilirsiniz ki gerçeği? (16 Temmuz 2010 Cuma)
- Karadeniz ''şantiye'' bölgesi (14 Temmuz 2010 Çarsamba)
- "Aşk-ı vatan" (29 Haziran 2010 Salı)
- CHP'nin yeni MYK üyelerinden doğal beklentiler (28 Haziran 2010 Pazartesi)
- SOL'un temel sorunu (17 Mayıs 2010 Pazartesi)
- Teknolojik işsizlik (16 Mayıs 2010 Pazar)
- Hapı yutmadan prospektüsü okumadınız mı? (10 Nisan 2010 Cumartesi)
- Zaman paradoksumuz (10 Mart 2010 Çarsamba)
- Türkan Saylanlara neden ihtiyacımız var? (08 Mart 2010 Pazartesi)
- İntihar olaylarındaki trajik artış (24 Şubat 2010 Çarsamba)
- Domuz ekonomisi (27 Ocak 2010 Çarsamba)