Ümit OĞUZTAN
Ümit Oğuztan

Halk sadece dramı alkışlar

info@haberdukkani.com 05 Kasım 2013 Salı

Antik Roma'nın "ölüm arenası" Colosseum'a toplanan  yüzbinler, kendilerinden geçmiş, çılgınca alkışlıyorlardı günlerce aç bırakılmış vahşi aslanların önüne yem olarak atılan ve birazdan ölecek olan gladyatörleri..

***

Meydanlara sığmayan yüzbinlerce İtalyan, Benito Musolini'yi hayranlıkla alkışlıyordu. Aynı halk 26 Nisan 1945'de, Benito Mussolini'yi metresi Clara Pettaci ile birlikte üzerinde Alman üniformasıyla kaçmaya çalışırken, Come Gölü civarında yakalayacak ve her ikisini de iki gün sonra kurşuna dizip cesetlerini, 5 faşist liderle birlikte, Milano'da ayaklarından asılı şekilde teşhir ederlerken de meydanlara alkış sesleri değil sessizlik hakim olacaktı...

***

1933'de, Alman halkı topyekün meydanları doldurmuş Adolf Hitler'i gurur ve hayranlıkla alkışlıyorlardı. Yahudiler gaz odalarında öldürülüp cesetleri yakılmak üzere vagonlara doldurulurken de sürdü bu alkış sesleri hiç dinmedi. 1945 Nisan'ında Sovyet askerleri Berlin'e girdiğinde, yeraltı sığınağında kaderleriyle başbaşa kalan Hitler ile eşi Eva Braun, intihar ediyorlardı. Berlin meydanı yerlebir olmuş alkışların yerini bombardıman sesleri almış; Alman halkı ise, bir Avusturyalı olan Adolf Hitleri değil; merhamet dilenerek Amerikan ve Rus birliklerini alkışlıyordu!

***

1979'da Irak halkı Saddam Hüseyin'i alkışlara boğuyordu. Saddam bu sevgiyi karşılıksız bırakmayıp sekiz yıl kesintisiz olarak İran mermileri üzerine sürdü Iraklıları daha sonra da hüsranla sonuçlanacak olan Kuveyt çöllerinde büyük bir maceraya.. Bütün bunlar olup biterken Irak halkı, Saddam Hüseyin'i taparcasına alkışlamaya devam ediyordu.. Tam 24 yıl bıkıp usanmadan hep alkışladılar Saddam'ı.. ABD Başkanı George W. Bush'un yüksek teknolojik silahlarını denemeye başlamasıyla sarsılan Irak halkı gözyaşı ve kan gölünde boğulurken, Saddam'ın gücü Irak halkının can güvenliğini sağlamaya yetmiyordu ama yine de halkı muhteşem sarayının önünde toplanıp onu alkışlamaya devam ediyordu. ABD birlikleri tarafından yakalanıp 2006'da idam edilirken Saddam'ın kulaklarına hiç alkış sesi gelmiyordu! Saddam bu duruma çok şaşırmış olmalı..

***

1969'da "Yeşil Devrim" olarak adlandırdığı darbe sonucu iktidarı ele geçiren 27 yaşındaki yüzbaşı Muammer Kaddafi'yi hayranlıkla alkışlayan halk yığınları meydanlara sığmıyordu. 42 yıl sonra, 20 Ekim 2011'de Kaddafi canını kurtarabilmek için kızgın isyancılar ve NATO birliklerinden kaçmaya çalışırken genç bir Libyalı tarafından yakalandı.

Libya'nın Devrik Diktatörü Muammer Kaddafi'yi öldürdüğünü söyleyen Sened Sadık el-Ureybi adlı genç, Fars haber ajansına verdiği röportajda cinayetin ayrıntılarını anlattı:

"Ben, arkadaşlarıma "el-Hadra" mahallesine gidelim dedim. Oraya gittiğimizde kaddafi'yi gördüm. Onu arkadan dağınık saçlarından tanıdım. Beraberindeki birkaç kişiyle kaçıyordu. Ben hızla ona doğru koştum ve Muammer'in yanındakiler beni ve arkadaşlarımı görünce kaçtılar ve Kaddafi'yi yalnız bıraktılar. Ben arkadan Kaddafi'nin saçlarından tuttum ve ona güçlü bir tokat attım. Kaddafi bana "Sen benim oğlumsun" dedi. Ben ona bir tokat daha attım. Muammer yine "Ben senin baban yerindeyim, bana neden vuruyorsun?" dedi. Ben bu inanılmaz anlardan dolayı o kadar paniklemiştim ki konuşamıyordum. Bu yüzden onu yere yatırdım ve ellerini bağlayıp arabanın içine götürdüm. Onu, Bingazi'ye götürmek istiyordum. Kaddafi, bizim arabanın kaputunun üstündeydi. Arkadaşlarım Kaddafi'yi yakaladık diye bağırmaya başladı.Herkes Kaddafi'nin bizim arabada olduğunu fark etti. Diğer taburlardaki devrimciler bizim arabayı durdurup Kaddafi'yi aşağı indirdiler ve dövdüler. O sırada herkes Kaddafi'yi kendi şehrine götürmek istiyordu. Ben, onlara "Onu ben yakaladım ve Bingazi'ye götüreceğim" dedim. Ama diğer taburlar bunu kabul etmedi. Sonunda sayıca fazla olan Misrata taburundakiler onu Misrata'ya götürmek istediler. Ben, onlara da "Onu ben yakaladım ve Bingazi'ye götüreceğim" dedim; ama onlar bunu kabul etmediler. Ben de kızdım ve tabancamı çıkarıp onu öldürdüm... Tüm diktatörlerin kendi halkları tarafından öldürülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben, Mübarek'i Mısırlıların öldürmesini isterim. Ali Abdullah Salih'i Yemenlilerin..." 

Muammer Kaddafi, linç darbeleri altında acılar içinde ölürken alkış sesleri değil; ağır hakaretler yankılanıyordu kulaklarında..

***

Myanmar'ın Arakan bölgesinde yaşayan Rohingya Müslümanları'nın maruz kaldığı vahşi ve insanlık dışı şiddete tanıklık edenler, "Küçük çocukların dahi ayırt edilmeden korkunç bir şiddete uğradığını gördük. Tüm bu dram yaşanırken, Müslümanlar öldürülürken alkışlayan insanlara rastladık" diyorlar..

Ne acıdır ki dünya, ne bu vahşeti alkışlayanları görüyor ne de masumların feryatlarını duyuyor henüz! Tıpkı bir zamanlar Yahudilerin gaz odalarına gönderilişini görmediği ve acımasız bir diktatörün geniş halk yığınları tarafından tapınırcasına alkışlandığını duymadığı gibi.. Ama bir gün görecek ve duyacak. İşte o gün nasıl bir gün olur, bugünden kestirmek pek mümkün değil.

Alkışlarla ölüme gönderilen gladyatörler, savaşçılar, askerler ve aynı alkışlarla önce iktidara sonra da ölüme gönderilen nice firavunlar, krallar, diktatörler, darbeci generaller ve tiranlarla dolup taşar insanlık tarihi..

Sahnelerin spot ışıkları altında gökyüzündeki yıldızlar kadar ışıltılı nice sinema, ses, tiyatro ve şov yıldızı da tıpkı karanlıklarda akıp giden bir yıldız gibi, kaybolup gitmişerlerdir yaşamdan; hep alkışlarla olup biten bu renkli ama bir o kadar da dram yüklü öyküler, insanlığa tek birşeyi anımsatır: Geniş halk yığınları gerçekte yalnızca dramı alkışlar.

Halkın alkış sesleri aslında felaketin ayak seslerinden başkaca bir şey değildir. Bilmeyenler öğrensinler istedim.

Ümit Oğuztan

TÜM YAZILARI

Haber Dükkanı büyük