Ümit OĞUZTAN
Ümit Oğuztan

Ölüm belki de...

info@haberdukkani.com 28 Ekim 2013 Pazartesi

Zaman akıp gidiyor, iyi veya kötü, bazen kavgalı, bazen barışık; yaşayıp gidiyoruz işte. Tıpkı bizlerden öncekiler gibi..

Mevsim yine değişti, soğudu havalar; gündüzleri güneşli, geceleri ayaz.. Kış pahalı bir mevsim, ısınmak zamlı tarifeye bağlıysa da insanın içinin üşümesini gideremez hiçbir ısıtıcı.

Yaşam hep aynı oysa, insan hiç durmadan değişiyor. Zaman üstümüzden bir silindir gibi olanca hışmı ve ezici ağırlığıyla geçerken hiç kimse aynı kalamıyor. Aranılan her neyse, "buldum" denildiği anda yeni bir "kaçış" ya da yeni bir "yöneliş" başlıyor.

İnsanlar,  "tamamlanmayı"  vuslata ermeyi ümit ederlerken bilinç dışı zamanlarda bilinir ki, hiç bir tümleme edimi kimseyi karanlıklar prensinden koruyamayacaktır.

Ölümün üstesinden gelineceği sanılarak aşka sarılanlar ya da ölümün kesin gerçeğine teslim olanlar arasında pek de fazla bir fark yoktur gerçekte. Hem istenilen hem de başarılamayan, bir süre peşinden koşturup kovaladıktan sonra da kaçacak delik aranılan şeydir aşk. Yaşam denilen bir cehennemdir aslında, ta başından yitirilmiş bir rüya, sonrası hiç hatırlanamaz bile..

İnsanın trajik yazgısı ölüm ve hangi aşkla ölümün üstesinden gelinebilir ki; sanat aşkından gayrı. Aşkı da sanattan başka ne ölümsüz kılabilmiştir ki.. Yaşanılan heyecanlar, o müthiş kâlp atışları, bakışlar karşısında eriyip gitmek mi? Geçiniz.. Biliyoruz ki, hiç birisi gerçek bile değildir ve vardır mutlak kendince bilinmesi de olanaksız olan bir nedeni..

Karanlık bir büyücünün sahte bir tılsımı sarmalamışsa eğer insan egosunu, işte o anda "çekimi" yüksek gibi görülen ama daha sonrasında "illahlah" denilecek olan bir kaçışın başlangıcıdır aslında ilk görüşte aşk. Ve inadına da tutkulu olur böylesi.. Büyük bir kaybetme korkusu sarar da sarar insanın benliğini, kurtulmak ne mümkün! Şeytan işidir ve daha da ilginci içinden cin çıkar da cin çarpmışa döner kişi.

Zaman akıp gidiyor, iyi veya kötü, bazen kavgalı, bazen barışık; yaşayıp gidiyoruz işte. Tıpkı bizlerden öncekiler gibi..

Çalkantılı aşklar, kaçamaklı heyecanlar, bulanık duygular, sisler ardında yitip gidecek olan yaşanmış ya da hiç yaşanamamış öyküler.  Ne zaman güleceğimizin, ne zaman ağlayacağımızın, ne zaman kösteklenip yere kapaklanacağımızın hiç bilinmediği kısacık bir rüya.. Kurgusu bize ait olmayan bu rüyanın kahramanı ya da figüranıyız.. Ölüm bir uyanış olsa gerek. Kim rüyadan uyanmak ister ki; yeter ki, kâbus olmasın. Bireysel bir rüyadır aşk, her bireyinki bir başka öykü (mü?) yoksa, hepsi aynı senaristin elinden çıkma farklı versiyonlar mı? Hiç fark etmez çünkü, yaşayanlar hep aynı istasyonda buluşurlar.

Sevinçli adımlarla başlayıp trajik bir kreşendo ile biten her aşk macerası, daha da olgunlaştırır ve dirençli kılarken bireyleri, heyecanlar köreldikçe körelir de ne "arayışların" ne de giderek seyrekleşen "aksi" tesadüflerin sonu gelir.

Zaman akıp gidiyor, iyi veya kötü, bazen kavgalı, bazen barışık; yaşayıp gidiyoruz işte. Tıpkı bizlerden öncekiler gibi..

Cezaevleri de ne soğuktur şimdi, hele ki geceleri! Sünger yatak sanki denize sokulup çıkartılmışçasına ıslaktır, emmiş gibidir dünyanın bütün rutubetini , ne yün kazaklar, ne yün çoraplar ne de kalın yün battaniyeler hiç ısıtmaz mahkûmları.. Bir bardak taze demli çay ya da bir tas hazır sıcak çorba içmekten gayrı ne lüks olabilir ki.. Belki de en tutkulu rüyalar sadece ve sadece cezaevi hücrelerinde barınıyordur; dayanabilsin özlemlerine diye mahkümlar.

Yaşayıp gidiyoruz işte, hepimiz kendi cehennemimizde.. Ölüm belki de hiç sonu gelmeyecekmiş gibi yaşanılan bir kâbustan uyanıştır.


Ümit Oğuztan

TÜM YAZILARI

Haber Dükkanı büyük