
Yıl 1989'du...Hastaydı Zeki Müren... Evine kapanmış, hiç kimse ile görüşmüyordu. Yaptığımız filmler, söylediğimiz şarkılar, yaşadığımız sanat anıları, bizi kopmaz bir güç ile bağlamıştı birbirimize...
Bu sayımızda sizlere, Zeki Müren ile yaptığım son söyleşimi sunuyorum. İlginç bir belgedir, dikkatle okumanızı rica ederim.
Bodrum'daki - şimdi müze olan - evinin terasında karşılıklı oturuyorduk. Ben sordum Sant Güneşi'miz cevapladı. Bazen de hiç soru sormadan anlattı uzun uzun... "
- Hayatımı açık oynadım. Ve de Tanrı'dan başka hiç kimseye hesap vermedim bugüne kadar..."
İlk kez soru sordum Zeki Müren'e...
Şöhret sana ne verdi öğrenebilir miyim?
İlgi, sevgi, saygınlık... Ekonomik durum ve de ölümsüzleşmek... Ya senden aldıkları? Huzur, rahatlık ve hür yaşamak... Devamlı stresten dolayı yorgun bir beyin ve de maalesef iki damarı tıkalı bir kalp... Büyük sorumluluk... Omuzlarda taşınması mümkün olmayan maddi manevi yükler... Duygusal bir sanatçı ruhun verdiği ürpertili bir eziklik...
İNSANLARI RİYASIZ SEVMEK GÜZEL
Devam etti Zeki Müren;
İnsanları sevmek çok güzel... Ama riyasız sevmek... Yalandan dolandan uzak, şımarmadan sevmek... Şımarmadan yaşamak... Kundakla doğduk kefenle öleceğiz noktasından yürüyüp din, ırk ve renk ayrımı yapmadan tüm insanları sevmek... Böylesi güzel bence... Zenci, kendi derisini kendi boyamadı ki... Lenslerle değişen göz renklerine renk demem ben... Ve de yılların yüzüme çizdiği onurlu çizgileri, hiçbir çizginin silememesi güzel bence... Gözleri kapalı anlatıyor, anlattığı duyguları yaşıyordu Zeki Müren... Bu defa çocukluğuna dönmüş, çocukluğunu anlatmaya başlamıştı. Ne yazık ki babam beni bir kez olsun sevmedi biliyor musun? Ortaokulun ilk sınıfında iftihar kitabına geçmiştim. O büyük ciltli kitabı binbir neşe ile evimize getirdiğimde heyecandan minicik kalbim neredeyse duracakken, resmimin olduğu sayfayı açıp " kereste tüccarı Kaya Müren oğlu Zeki Müren" yazan, altında o yuvarlak gözlüklü, lepiska saçlı saf yüzümü babam öpecek zannettim. Öpmedi... İçkiliydi... Şöyle bir baktı, normalmiş gibi davrandı ve bitmeye yüz tutan rakısını takviye için beni mahalle bakkalına yolladı. Hiç unutmam, ayağımda kırmızı takunyalarım vardı. O an "acaba okumaya devam etsem mi" diye düşündüm. Sevgi beklediğim büyük bir varlıktan, yani babamdan umduğum ilgiyi göremeyince yıkılmıştım. "Acaba bu tip olaylara her baba ilgisiz midir?" diye düşündüğümde, tüm komşu amcaları hayal ettim. Hepsi çocuklarına daha yakın, daha şefkatli ve daha sıcaktılar. İşte bu nedenle zannediyorum, BABAMI HİÇ SEVMEDİM.
YORGUN BİR ZEKİ MÜREN
Konuşması, anlatacakları bitmişti sanki Zeki Müren'in. Alnında boncuk boncuk terler, yorgun yüzünde tatlı bir tebessüm belirmişti. Tüm bunları anlatırken, yüce Tanrı'nın göklere uzattığı ulaşıılmaz basamakların sonuna gelmişti çünkü... Zeki Müren zirvesinin sonuna... Ben sordum bu kez;
"- Mutluluk" dedim. "Şu an duyduğun yorgunluk ve de alnındaki boncuk boncuk terler, belki de mutluluktan..."
Cevap verdi Zeki Müren;
Ben hiç mutlu olmadım ki. On yedi yaşımdan beri anne yemeğinden, aile sıcaklığından, akraba yakınlığından yoksun, yapayalnız bir insanım ben. On yedi yaşımdan beri çevremdekileri mutlu ettim hep. Onların mutluluğunda, acıların yalnızlığını yaşadım. Onları mutlu etmek için oynadım belki de... Çevresini mutlu edip mutluluğu bulamayan palyaçolar gibi mi? Aynen... Ben palyaçoları çok severim biliyor musun? Zaman zaman duygu dolu bir palyaço gibi görürüm kendimi. Hatta zaman zaman değil, her nefeste... Her nefeste duygu dolu bir palyaçonun ruhunu taşırım. Ve sonra yatak odamın kapısı önünde insanlara dağıttığım mutluluklarla acılarımın arasında bir perde kapanır. Aynen tiyatro perdesinin kapanışı gibi....
Zeki Müren bu defa yıllarını, duygulu bir palyaçonun ruhunda yaşıyordu sanki. Aynı duygu ve nefesle devam etti;
Evet... Otuzyedi sene başrol oynadım. Beni yoran da bu oldu zaten. Yanlış anlaşılmasın, beni sevenlere saygım ve sevgim gerçek... Ama ben, otuzyedi sene başrol oynadım. Hayat oyunumun perdesi, yatak odamın kapısında kapandı hep... Kadife de olsa, sırmadan da dokunsa, pırlanta motiflerle de işlense, perde perdeydi.
YILLAR SONRA BİR EKLEME
1989 yılında yaptığım bu röportajdaki duygularım, bugün de aynen geçerli... Doğrudur, gerçekten duygu dolu bir palyaçoydu Zeki Müren... O'nun deyimiyle, otuzyedi yıl başrol oynayan büyük bir oyuncu... Kalplerimizde hiç perdesi kapanmayacak olan bir "Sanat Güneşi" olayının başrol oyuncusu... Bu oyunun adını, yıllar evvel yaptığımız bir gazete çalışmasında koymuştuk.
"Güneşe Giden Yol" demiştik.
Ama 2000 yıllarında görüyorum ki, Zeki Müren o güneşe çoktaaaaan varmış. Varmış da aşmış bile... Bu büyük Zeki Müren'e "Sanat Güneşi" dememiz de azdı artık...
O... Müziğinde ve sanatında tanrılaşmıştı bence... Ölümsüzleşmişti...
TÜM YAZILARI
- Önce hukuka inanacak sonra demokrasiyi savunacaksın ki... (17 Ekim 2011 Pazartesi)
- Kuşlar sakız sevmez (13 Ekim 2011 Perşembe)
- İstekli ya da isteksiz (30 Eylül 2011 Cuma)
- Baya bi’kayboluyoruz… (18 Eylül 2011 Pazar)
- Kaldıramayacağın taşın altına girmeyeceksin (15 Eylül 2011 Perşembe)
- Sizin Kararınız ve bizim hayallerimiz (11 Eylül 2011 Pazar)
- Ben, bunlara alışamam (08 Eylül 2011 Perşembe)
- Dostluğun dili, dini ve memleketi yok (26 Mayıs 2011 Perşembe)
- Bir kraliçenin yaşam öyküsü (11 Mayıs 2011 Çarsamba)
- 22 Temmuz seçim öncesi (23 Nisan 2011 Cumartesi)
- Tosca operası ile babam da ağlar (12 Nisan 2011 Salı)
- Kırılmamak ve insanları kırmamak (01 Nisan 2011 Cuma)
- Küçük hanımefendi: Belgin Doruk (27 Mart 2011 Pazar)
- Kırmızı burunlu bir adam vardı (25 Mart 2011 Cuma)
- Ben, her bahar aşık olurum (20 Mart 2011 Pazar)
- Haldun Dormen ile benzerliklerimiz (17 Mart 2011 Perşembe)
- Sizler benim filmlerimle büyüdünüz (15 Aralık 2010 Çarsamba)
- Aman dikkatli olun, beni dolandırdılar (24 Eylül 2010 Cuma)
- Tereciye tere satmayın (29 Haziran 2010 Salı)
- İnsan anılarla yaşar, gerisi yalan... (25 Haziran 2010 Cuma)
- Hepimiz şaşırdık artık! (21 Haziran 2010 Pazartesi)
- İnsanın yılları ile hesaplaşması (08 Haziran 2010 Salı)
- Yıllar sonra yeniden buluşma... (01 Haziran 2010 Salı)
- Harput'ta bir İstanbullu... (31 Mayıs 2010 Pazartesi)
- Haber Dükkânı’nda.. (05 Mayıs 2010 Çarsamba)